13 Temmuz 2008 Pazar

Beyin göçüne yeni yaklaşımlar

Son yıllarda yaşanan ekonomik krizler, Türkiye’yi daha önce görülmemiş yeni bir durumla tanıştırdı: İyi yetişmiş ve hayatlarını zihinsel becerilerini kullanarak kazanan ‘beyaz yakalı’ profesyonellerin kitlesel işsizliği.

Özellikle zor durumdaki bankaların birbiri ardına kapanmasıyla, son derece çarpıcı bir biçimde beyaz yakalıların da işsiz kalabileceği gerçeğine tanık olundu. Üstelik ekonomik küçülme, işlerini kaybedenlerin ülke içinde yeni iş bulma imkânlarını da daralttığı için bu defa Türkiye’nin gündemine yeni bir konu daha giriyordu: İşsiz profesyonellerin yurtdışına kitlesel göçü konusu. Yetişmiş işgücünün zengin ülkelere kaptırılması sorunu “beyin göçü” olarak adlandırılmaktadır.

Aslında beyin göçü olgusu Türkiye için yeni değildir. Türkiye’nin -son dönemde tüm çarpıcılığıyla hissedilen- beyin göçü gerçeğini, aynı koşullardaki pek çok ülke gibi uzun zamandır tedricen yaşadığı bilinmektedir. Devletin sağladığı imkânlarla yurtdışına öğrenime gönderilen öğrencilerin geri dönüşleri konusu bile bu duruma başlı başına bir örnektir. Pek çok gelişmekte olan ülke gibi Türkiye de cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu yana ihtiyaç duyulan iyi yetişmiş kadroları oluşturmak amacıyla sanayileşmiş ülkelere yüksek öğrenim görmek üzere öğrenci göndermektedir. Ancak bu öğrencilerin bir kısmı Türkiye’ye geri dönmeyebiliyorlar. Geri dönmeyen her öğrenci, kendisine yapılan uzun dönemli yatırımlar dikkate alındığında kaybedilen ulusal kaynakları temsil etmektedir. Aynı durum, kariyerine daha sonraları başka ülkelerde devam eden profesyoneller için de geçerlidir. Bugün yurtdışında yaşayan Türk uzmanların bazıları zaman zaman içinde yaşadıkları toplumlarda sivrilmiş kişiler olarak Türk kamuoyunun dikkatini çekebiliyorlar. Bu insanların Türkiye bakımından sahip oldukları önemin tüm yönleriyle iyi belirlenmesinde büyük yarar vardır.

Ciddi sakıncalar

Elbette ilk bakışta beyin göçünün, göç veren ülke aleyhine çok ciddi sakıncalar yarattığı düşünülebilir. Her şeyden önce bu durumda, çoğu zaman kamu kaynakları kullanılarak yetiştirilmiş insan gücü, maliyete katlanan ülke yerine başka bir ülkenin kullanımına girmektedir. Buna ek olarak, ülkeden ayrılan ya da geri dönmeyen uzmanların sağlayabileceği hizmetlerden mahrum kalınırken, yerlerine başkalarının yetiştirilmesi çok uzun zaman gerektirmektedir. Kaldı ki, konu sadece ekonomik yönleriyle sınırlı da değildir. İyi yetişmiş bireyler, içinde bulundukları toplumun refahının yükselmesine katkı sağladıkları gibi, genel olarak toplumsal ve siyasal dokunun güçlenmesini de sağlarlar.

Öte yandan, beyin göçünü yaratan sebeplerden hareketle üzerinde durulması gereken başka hususlar bulunmaktadır. Esasen öncelikle sorgulanması gereken konu, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sahip olunan yetişmiş insan kaynağının ne ölçüde kullanıldığı ya da ne ölçüde iyi kullanıldığı konusudur. Maalesef bu tür ülkeler genellikle yetişmiş işgücünün üretkenliğini koruyabilmek bakımından ihtiyaç duyulan fiziksel ve kurumsal çevreyi sağlamakta yetersizdirler. Örneğin, Türkiye’de kamu kesiminde doktoralı uzmanlar çok düşük ücretlerle çalıştırılmakta; gerekli (bazı mesleklerde laboratuvar imkânları gibi) fiziksel çevre koşulları kendilerine sağlanmamakta; daha da kötüsü hak edilmeyen muameleye maruz kalmak gibi üzücü haller dahi yaşanabilmektedir. Bu tür olumsuzluklar elbette öğrenimlerinin tamamını kendi ülkesinde yapmış profesyoneller için de geçerlidir. Öğrenimlerinin bir bölümünü yurtdışında tamamlamış profesyoneller söz konusu olduğunda şaşırtıcı örneklerin sayısı artmaktadır. Yurtdışında uzun zaman alan yüksek lisans ve doktora öğrenimi esnasında personel yönetmeliklerinin öngördüğü yaş hadlerini aşıp, yurda döndüklerinde uzman yardımcılığı sınavlarına bile sokulmayıp, kamu kuruluşlarında zorunlu hizmet ödeyen doktoralı uzmanlar; bilgisayarla dizayn alanında kamu kaynaklarıyla doktora yaptırılıp ihracat elemanı olarak çalıştırılanlar; uluslararası ilişkiler alanında doktora düzeyinde yetiştirilip, işlevsiz masabaşı işlere verilenler maalesef Türkiye’nin yabancı olmadığı durumlardır. (Tabii bu örneklerin arasında kendisini çok şanslı sayabilecek az sayıda kişinin varlığı da mutlaka not edilmelidir.) Dolayısıyla, geri dönen uzmanlar genellikle içine girilen çevrenin özel koşullarına göre değişen ölçülerde uzmanlığını yitirme ya da geliştirememe tehlikesiyle yüz yüze kalmaktadırlar. Sıralanan bu sorunların bir kısmı gelişmekte olan ülkelerin yaşadıkları mali kaynak darlığıyla ilgili olsa da sorunun esasen kurumsal yapı ve anlayışa ilişkin aksaklıklardan kaynaklanan yetersiz planlamayla doğrudan bağlantılı olduğu bilinmektedir.

Bu şartlar altında, ülkesine dönmek yerine uygun koşullar sunabilen başka bir ülkede yerleşmeyi tercih eden nitelikli işgücü, bir kayıp olarak algılanmanın ötesinde belki de -tabii uygun mekanizmaların geliştirilmesi şartıyla- her an kendi ülkesinin kullanımına hazır bir kaynak biçiminde algılanmalıdır. Elbette, bu noktada sorulması gereken soru, ‘geliştirilmesi gereken mekanizmaların’ neler olabileceğidir. Yukarıda işaret edilen mali ve kurumsal yapıdan kaynaklanan zorlukların giderilmesi bugünden yarına mümkün olamayacağına göre, beyin göçünün yarattığı zararları asgariye indirebilmek ve Türkiye’nin yurtdışında yerleşik Türk uzmanların hizmetlerinden azami ölçüde yararlanabilmesini temin edebilmek bakımından kısa vadede başvurulabilecek çözüm yolları bulunmalıdır.

Göçü yavaşlatmak

Böyle bir yaklaşımın beyin göçünün teşviki gibi algılanmasının doğru olmayacağı hemen vurgulanmalıdır. Göçü tersine çevirmek zaten mümkün olmadığı gibi, durdurmak, en azından yavaşlatmak bile yukarıda değinilen olumsuz koşulların ortadan kaldırılmasını gerektirmektedir. Bu ise konuyla ilgili kararlı bir politika değişikliğinin gündeme getirilmesini zorunlu kılar. Oysa gündemde konuyla ilgili tedbir alınacağı yönünde -görünür gelecek için- iyimser düşünebilmeyi kolaylaştırabilecek herhangi bir belirti bulunmadığına göre; pragmatik yaklaşımların benimsenmesi, katlanılan zararın asgariye indirilebilmesi bakımından kaçınılmazdır.
Bu tür pragmatik çözüm yollarından biri, son yıllarda büyük gelişme kaydeden internet teknolojisi sayesinde imkân kazanmıştır. Göç veren ülkeler başka ülkelerde yerleşik uzmanlarının mesleki birikimlerinden, internet üzerinde oluşturulan uluslararası ilişki ağları (network) biçiminde yaratılan “sanal organizasyonlar” yardımıyla yararlanabiliyorlar. Dünyada bu tür örgütlenmeleri başarıyla uygulayan ülkelerin sayısı az değildir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) ünlü Silikon Vadisi’nde çalışan Hintli profesyoneller tarafından 1987 yılında, ABD’den Hindistan’a yüksek teknoloji transferi amacıyla internet üzerinde kurulan SIPA (Silikon Valley Indian Professionals Association) adlı organizasyon bu tür girişimlerin en iyi örneklerinden biridir. SIPA’nın bugün sayısı 1000′in çok üstünde olan üyeleri internet üzerinde sürekli haberleşmekte ve Hindistan’ın kalkınmasına yönelik pek çok proje üzerinde işbirliği yapmaktadırlar. Hindistan’da çok çarpıcı gelişme gösteren yazılım endüstrisinin SIPA’nın faaliyetleriyle büyük ölçüde ilgili olduğu bilinmektedir. Benzer başka bir örnek, Taylandlı uzmanları bir araya getiren RBD (Reverse Brain Drain - Tersine Beyin Göçü) projesidir. Bu organizasyonda da yine internet teknolojisinin sağladığı imkânlardan, kesintisiz iletişim ve veri tabanları yaratmak için yararlanılmakta; yurtdışında ve içinde yerleşik Taylandlı uzmanlar arasındaki işbirliği geliştirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede kurulan ilişkiler, dışarıdaki uzmanların Tayland’a kısa süreli ziyaretler yoluyla birikimlerini aktarabilecekleri ortamların yaratılmasında kullanılmaktadır. Konuyla ilgili örnekler bu ikisiyle sınırlı değildir. Tersine, kırktan fazla ülkenin yurttaşları benzer organizasyonlar oluşturmuşlardır. Tayland örneği bile tek başına RBD ile sınırlı değildir; ATPAC (Association of Thai Professionals in America and Canada), ATPER (The Association of Thai Professionals in Europe) ve ATPU (The Association of Thai Professionals in Japan) adlı organizasyonlar da RBD ile bağlantılı olarak çalışmalarını sürdürmektedirler. Örnek olarak, SANSA (The South African Network of Skills Abroad) Güney Afrikalılar’ın; FORS (The Forum for Science and Reform) Romanyalılar’ın; ASTA (The Network of Arab Scientists and Technologists Abroad) ülke ayrımı olmaksızın tüm Araplar’ın; The Iranian Scholars Scientific Information Network, İranlılar’ın; The Global Korean Network, Koreliler’in kurdukları benzer yapıda organizasyonlardır.

Yurtiçinde ve dışında yerleşik Türk uzmanların, yukarıda özetlenen örgütlenmelere benzer bir yaklaşımla başlattıkları Grup1416 projesi (www.grup1416.org) de burada mutlaka dile getirilmelidir. Grup1416, 2000 yılı Ekim ayında 8 Nisan 1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun kapsamında devlet bursuyla yurtdışında yüksek öğrenim görmüş ve görmekte olan kişileri bir araya getirmek üzere internet üzerinde oluşturulmuş bir topluluktur. Halen 100′dan fazla üyesi ve 250′ye yakın öğrenci üyesi bulunan bu topluluk her şeyden önce dünya coğrafyasına dağılmış ve belirtilen kapsamda devlet bursu kullanmış Türk uzmanlar arasında sürekli bir iletişim kanalını açık tutarak, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümüne ilişkin akademik bazlı öneriler geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu doğrultuda, ilk aşamada sadece devlet bursiyerleri, sonraki aşamalarda ise tüm Türk uzmanlar hakkında birer vergi tabanı oluşturulması; uzmanlık esasında çalışma grupları kurulması ve gündemdeki ulusal sorunlar üzerinde düşünce üretilmesi ve Türkiye’ye teknoloji ve sermaye transferi için kullanılabilecek yöntemlerin araştırılması öngörülmektedir. Kuruluşundan bu yana bir “sanal şebeke organizasyon” yapısına sahip olan Grup1416 -zaman içerisinde- bir dernek çatısı altında kurumsal kimlik kazanmayı planlamakla birlikte, her halukârda “sanal şebeke” yapısını koruyarak faaliyetlerini sürdürmek niyetindedir.

Tüm bu oluşumların temelinde nitelikli kişilerin birbirleriyle kolaylıkla haberleşebilecekleri ve dolayısıyla bilgiyi paylaşabilecekleri; bu yolla ülkelerinin gelişimine katkı sağlayabilecekleri bir ortama duydukları ihtiyaç bulunmaktadır. Ekonomik değeri insangücünün ve özellikle de beyin gücünün ürettiği gerçeği dikkate alındığında, bilgi değişiminin ve ‘bilen insanların birbirlerini de biliyor olmalarının gereği’ tartışma götürmez. Bu tür çabaların sadece beyin göçünün yarattığı olumsuzlukları en aza indirmek için değil, aynı zamanda Türkiye’de çalışan nitelikli beyinlerin de en etkin şekilde kullanılmaları zorunluluğu hesaba katılarak yürütülmesi gerektiği vurgulanmalıdır. Türkiye sahip olduğu kıt insan gücünü israf edebilecek kadar zengin olmadığı gibi; dünyanın en zengin ülkeleri bile bu lükse sahip değillerdir. Kaldı ki, zenginleri zengin yapan esas unsur, insan kaynaklarını kullanabilme becerisidir.

Bu yazı ilk kez Dünya Gazetesi'nde (26.07.2002, sayfa 11) yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: