14 Şubat 2012 Salı

Bir yabancı sermaye stratejimiz var mı?

Pek çok başka ülke gibi Türkiye de yabancı sermayeli doğrudan yatırımları (doğrudan dış yatırımları ya da kısaca dış yatırımları) çekmek konusunda büyük gayret içinde. Bu yöndeki çalışmalarda bütün dünyada, öncelikli görevleri kendi ülkelerine dış yatırım çekmek olan yatırım promosyon ajanslarından yararlanılıyor. Hükümetler bu konuda öylesine gayretliler ki bazı ülkelerde birden fazla yatırım promosyon ajansı bile bulunabiliyor. Türkiye’nin de 2006 yılının ortasından bu yana bir yatırım promosyon ajansı var: Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı.

Yabancı sermayeli yatırım çekme yarışına girişen ülkeler sadece azgelişmişler ülkeler değiller; gelişmiş ülkeler de dış yatırım peşindeler. Hatta kimi durumlarda potansiyel yatırımların peşindeki ülkeler birbirleriyle kıyasıya rekabete girişiyorlar. Akademik literatürde ‘politika rekabeti’ (policy competition) adıyla anılan bu tür yarışmalar kimi hallerde, yatırımlara evsahipliği yapmak isteyen ülkelerin kendi aralarında, yatırımcı çokuluslu şirketler karşısında kıyasıya bir teşvik (belki de taviz) yarışına girişmeleri biçiminde açığa çıkıyor. Tabii ‘politika rekabeti’ kavramı her zaman “ben öteki ülkeden daha fazla teşvik veriyorum” şeklinde olmak zorunda değil. Genel olarak yatırım ortamının iyileştirilmesi yönündeki çabalar ve ‘yatırım oyununun kurallarını kurumsal bir çerçeve içine oturtma’ yönündeki girişimler de aynı kapsamda değerlendiriliyor.

Peki gelişmiş ya da gelişmekte olan tüm ülkeler dış yatırım çekmek için kıyasıya rekabet içinde olduklarına göre “yabancı sermayeli yatırımlar ‘her durumda’ iyidir” diyebilir miyiz? Şahsen bu tür yaklaşımları yetersiz ve kolaycı görüyorum. Aynı şekilde “yabancı sermayeli yatırım ‘her durumda’ kötüdür” yaklaşımının da yetersiz ve kolaycı olduğunu düşünüyorum.

Büyük bir nüfusumuz, ciddi boyutlarda bir işsizlik sorunumuz ve hızla ilerleyen iletişim teknolojisinin de etkisiyle gittikçe daha çok tüketmeyi arzulayan gençlerimiz var. Bu taleplerin karşılanması daha öncekilerin olduğu gibi bugünkü hükümetin de en büyük sorumlulukları arasında. Bunlar sadece bize özgü sorunlar da değiller. Almanya gibi dev bir ekonomi bile benzer sorunlarla baş etmeye çalışıyor. Dolayısıyla istihdam yaratan ekonomik büyümeye ihtiyaç var. Bu ise yatırım yapılmasını gerektiriyor. Oysa bu çapta yatırımların sadece yerel sermaye birikimi ile yapılması mümkün değil. Zaten yerel sermayenin yatırım seçeneklerini de sadece yurt içi ile sınırlamak ne mümkün ne de doğru. Kaldı ki sermayenin doğduğu ve birikmeye başladığı ülkenin sorunlarına ‘kâr ve büyüme saiklerinin ötesinde’ hassasiyet göstermesi beklenemez. Bu tür hassasiyetler sermayeye hükmeden kişilerde bulunabilir ama sistemin mantığı maalesef kişisel hassasiyetleri öne çıkarmaya hiç elverişli değil. Ayrıca dünya ekonomisinin bize dayattıkları karşışında çok fazla seçme şansımız da yok; uyum sağlamak zorundayız. Bu şartlar altında, yatırımcı sermaye için gözlerin dışa çevrilmesi doğal.

Yeniden önceki konuya, yani “yabancı sermayenin ‘her durumda’ iyiliği ya da kötülüğü” konusuna dönersek, her konuda olduğu gibi sağduyu esasına dayanan bir yaklaşıma ihtiyaç duyduğumuz ortada. Bu ise bir ‘stratejik perspektif’i gerektiriyor.

Sanırım tartışmaya yabancı sermayeli doğrudan yatırımın ne olduğunu çözümleyerek başlanması gerekiyor. Bazen sorular cevaplardan çok hem de çok daha önemli olabiliyor. Dolayısıyla cevap vermek yerine soru sormak belki de daha faydalı olabilir; en azından bu yazıda. O hâlde sonraki yazılarda cevaplandırmak üzere bir dizi soru soralım isterseniz. Örneğin: Her sınırötesi doğrudan yatırım sermaye transferini gerektirir mi? Yatırım nedir? Doğrudan dış yatırım nasıl yapılır? Mevcut işletme ya da tesislerin devralınması yoluyla mı; yoksa yeni işletmelerin kurulması veya yeni tesislerin inşa edilmesi biçiminde mi? Diyelim ki bir başka ülkede yerleşik bir firma gelip Türkiye’de yerleşik yerli bir firmayı ve o firmaya ait olan üretim tesislerini satın alıyor: Bu bir yatırım mıdır? Her türlü yatırım sermaye stokuna net katkı sağlar mı? Eğer sözü edilen devir işlemi sonrasında bir yenileme, iyileştirme veya kapasite artırımı yoksa Türkiye’nin sermaye stoku artar mı? Her türlü yatırım istihdamı artırır mı? İstihdam etkisi olumsuz olan yatırımlar da var mı? Varsa getirisi hem işletme hem de toplumsal etkileri bakımından ne olur? El değiştiren tesisi satan yerli sermaye sahibinin eline geçen mali sermaye Türkiye’de bir ‘yeni yatırım’ın finansmanında kullanılırsa ne olur; Türkiye’den çıkarsa ne olur? Yabancı sermayeli şirketlerin dağıtılmayan kârlarının yeniden yatırılması yurt dışından içeriye herhangi bir sermaye transferi olmaksızın evsahibi ülkedeki yabancı sermayeli doğrudan yatırım stokunu artırır mı? Bizim için hangi sektörler öncelikli olmalı? Madencilik sektöründeki yabancı sermayeli doğrudan yatırımlarla, imalat ya da hizmetler sektörlerindeki doğrudan yatırımların ülke ekonomisi üzerindeki etkileri farklı mıdır? Yabancı sermayeli her yatırım evsahibi ülkeye teknoloji transferini garantiler mi? Peki yabancı sermayeden ne bekliyoruz? Önceliklerimiz neler? Yabancı sermaye çekmek için biz ne yapmalıyız? Tanıtım mı? Yeter mi peki?

Söyledim ya 2006’dan bu yana bizim de bir yatırım promosyon ajansımız var. Ajansımız var da bir yabancı sermaye stratejimiz var mı? İşte bundan pek emin değilim. Oysa, Türkiye’nin bu tür sorulara cevap verebilen bir stratejik perspektife; bir başka ifadeyle bir ‘yabancı sermaye stratejisi’ne çok ihtiyacı var. Her alanda olduğu gibi...


Emin Akçaoğlu
emin.akcaoglu@ieu.edu.tr

Bu yazı Dünya Gazetesi’nin eki olarak dağıtılan OSTİM Organize Sanayi Gazetesi’nin Ocak 2012 sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: