28 Temmuz 2011 Perşembe

Dış ticaret cephesinde durum

Türkiye’nin ihracatı hızla artıyor. 1990’da yaklaşık 13 milyar dolar düzeyinde olan toplam ihracat 2010’da 120 milyar doları aşmış durumda. Bu iyi haber. Kötü haber ise ithalatın daha da hızlı artıyor oluşu. Toplam ithalat 1990’da 22,4 milyar dolarken dış ticaret açığı yaklaşık 9,5 milyar dolardı. 2010’da ise ithalat 177,3 milyara ve dış ticaret açığı 56,5 milyar dolara erişti. Aynı trend 2011’in ilk beş ayında da sürdü. Mayıs sonu itibarıyla 57,3 milyar dolarlık ihracata karşı 94,3 milyar dolar ithalat yapılması sebebiyle 37 milyar dolarlık dış ticaret açığı verdik. Merkez Bankası tarafından açıklanan ödemeler dengesi verilerine göre, geçen yılın (2010) ilk 5 ayında 16,8 milyar dolar düzeyinde olan cari işlemler açığı bu yıl aynı dönemde 37,3 milyar dolara ulaştı.

Türkiye ekonomisinin 2010 yılında %8,9 oranında büyüdüğü dikkate alındığında, ithalattaki bu artış şaşırtıcı değil. Çünkü yıllar itibarıyla Türkiye ekonomisinin büyüme oranlarıyla ithalat ve ihracat düzeyleri arasında dikkat çekici bir paralellik mevcut. Hatırlanacaktır; küresel krizin etkisiyle 2009 yılında ekonomimiz %4,8 küçüldüğünde, ithalat ve ihracatımız da bir önceki yıla kıyasla ciddi oranlarda (sırasıyla yaklaşık %30 ve % 23) azalmış ve dış ticaret açığımız 24,9 milyar dolarla son yılların en küçüğü olmuştu.

Türkiye ekonomisinin işleyişi büyük ölçüde ithal girdi kullanımına dayanıyor. Örneğin, 2010 yılında ara malı ithalatı toplam ithalatın %71’ini, enerji dışı ara malı ithalatı ise %64’ünü oluşturuyordu. Dış ticaret açığındaki giderek artan büyümenin bu yapısal soruna dayandığı dikkate alındığında, yapılması gerekenin Türkiye’nin hem enerji de hem de enerji dışındaki ara mallarında dışa bağımlılığının azaltılması olduğu görülüyor. Aksi hâlde bu durumun sürmesi kaçınılmaz olduğu gibi, sık sık gündeme gelen cari işlemler açığı kaygısının bertarafı mümkün değildir. İşaret edilen sorunun çözümü ise uzun vadeli bir perspektifi gerektiriyor.

Belki bu aşamada kur hareketlerine de bakmakta fayda var. Çünkü çok uzun bir süre Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında ‘aşırı değerlenmiş’ olduğu iddia edilirken yaklaşık son bir yıldır kurlar TL’nin aleyhine değişiyor. Kasım 2010’a göre dolar ve eurodan oluşan döviz sepeti TL karşısında yaklaşık %25 oranında değerlenmiş durumda. Bir görüşe göre bu cari açık kaygısının yatırımcıları dövize yöneltmesinden kaynaklanıyor. Bir başka görüş ise, Merkez Bankası’nın (hükümetin) bir süre önce borçlanmayı zorlaştırmaya dönük politikalar üzerinden ithalatı kısmaya çalışmasının beklenen sonucu vermemesi sebebiyle, bu kez döviz kurları üzerinden aynı sonuca ulaşma çabasına işaret ediyor. Öyle ya da böyle, büyüyen cari açık ve yükselen kurlar arasında yakın bir ilişki bulunduğu şüphesiz.

Peki ithalatın nesi kötü? Genellikle ihracat övülürken ithalat yerilir. Oysa, herşeyden evvel şunu not etmek gerekiyor: İşin özüne bakıldığında ithalat artışı refah artışı demektir. Çünkü kullanımınızdaki malların ya da hizmetlerin çokluğu refahınızı artırır. Bu, çarşıya çıkıp istediğiniz herşeyi alabilmekten farksızdır. O hâlde esas konu satın almanın ya da ‘ithalatın nasıl finanse edildiğidir’. Eğer çarşıya çıkıp hesabınızda para olmaksızın, satın aldığınız herşeyi kredi kartıyla veya borçlanarak ödüyorsanız, bunun hüsranla biten bir sonu olacaktır. Aynı durum ülkelerin ithalatı için de geçerlidir. İhracatın önemi işte bu noktada belirginleşir. İhracat, ithalat yapabilmek için döviz kazanma işidir.

Bu yazı Yeni Asır Gazetesi'nin 26 Ağustos 2011 tarihli "Ekonomi 2011" başlıklı özel sayısının 13. sayfasında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: